9 Ocak 2017 Pazartesi
Allah Ne Diyor, Biz Ne Yapıyoruz?
Öyle bir din düşünün ki kutsal kitabı hep birlikte Allah’ın ipine
yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın; Allah’ın üzerinizdeki
nimetini hatırlayın, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra
çekişmeye girip fırkalar (mezhepler) halinde parçalananlar gibi
olmayın diyecek ama inananlar bunca fırkaya ayrılıp ayrılığa
düşecek ve kendileri gibi düşünmeyenleri din dışı ilan edecekler.
Kimi mezhep ve tarikat mensupları, başka mezhep ya da tarikattan
olan ve namazda imamlık yapan birinin arkasında namaz kılmıyor
ve başka mezhebe bağlı Müslümanlar ile aynı safta namaza
durmuyorlar. Hatta kimi zaman birbirlerini Müslüman olarak
dahi görmüyorlar. Durum bu kadar vahim.
Kur’an’da peygamberimize: “Dinlerini parça parça edip
fırkalara, hiziplere (mezheplere) bölünenler var ya, senin
onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır.
Allah onlara, yapıp ettiklerini haber verecektir.” (En’am Suresi
159) denilir. Buna rağmen birileri kalkıp “mezhepsiz din olmaz”
der ve hatta mezhebinin görüşlerini Allah’ın sözlerinin önüne
geçirirler. Oysa Allah daha önceki peygamberleri ve inananları
uyardığı gibi bizleri de uyarır: “Dini dosdoğru tutun; onda
bölünüp fırkalara ayrılmayın!” (Şura Suresi 13).
Allah, insanlığın vahiy ile müşerref olduğu ilk günden son
nebi Hz. Peygambere gelen son vahye kadar kendisine teslim
olan kullarını göndermiş olduğu kitap ve sayfalarda “Müslüman”
olarak tarif etmiştir. Buna rağmen inananların çoğunluğu
1 Ali Şeriati, Dine Karşı Din, çev: Doğan Özlük, Ankara 2015, s. 122-125. bu şerefli isim ile yetinmeyip bunun önüne, arkasına ekler
koymuş ya da falanca mezhebe, filanca tarikata veya cemaate
bağlı “Müslümanlar” olarak kendilerini ifade etmişlerdir. Bu
da yetmezmiş gibi insanları din adına Allah’ın Kitabı’na davet
edenleri, geçmişten beri gelen dini geleneği inkâr etmekle ve
sapkınlıkla suçlayarak çoğunluğun duygularını istismar etmiş
ve Kur’an’a davet eden inananları dinden çıkmakla ve Allah’ın
Resulü’nü devre dışı bırakmakla itham etmişlerdir.
Oysa Allah’a gerçek anlamda teslim olmuş bir inananın
kazanabileceği en şerefli sıfat Müslüman, illa bir şey ile anılacaksa
birlikte anılacağı en şerefli şey de Kur’an’dır. Ayetler açık bir
şekilde durumu özetliyor bize: “Allah uğrunda O’na yaraşır
bir gayretle didinin. O sizi seçmiş ve dinde size hiçbir
güçlük çıkarmamıştır. Babanız İbrahim’in milletini esas
alın. Allah sizi, önceden de şu Kitap’ta da “Müslümanlar”
diye adlandırdı ki, resul sizin üzerinize bir tanık olsun,
siz de insanlar üzerine tanıklar olasınız. O halde namazı
kılın, zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı bağlanın. O’dur sizin
Mevlâ’nız. Ne güzel Mevlâ’dır O, ne güzel yardımcıdır O!”
(Hac Suresi 78).
Bugün tüm dünyada Müslümanların içinde bulunduğu
sıkıntı, sancı, bilgisizlik ve yozlaşmaya bakınca, yabancı bir
insanın Müslüman olmasını gerekli kılacak ne var? Kur’an
dışında hiçbir şey yok aslında. Müslümanların geneline bakarak
kolay kolay Müslüman olmaz hiç kimse. Olsa da tam anlamıyla
özümseyemez. İslam ile anılacak en son şey terör ve şiddet olması
gerekirken bugün “İslam” denilince akla ilk gelen şey bunlar
oldu. Tüm kutsal kitaplar: Öldürmeyeceksin (Tevrat/Çıkış 20:13).
Öldürmeyeceksin (İncil/Luka 18:20). Allah’ın saygıya layık
kıldığı cana kıymayın. (İsra Suresi 33) diyorken mensuplarının
eylemleri bu dinlere fatura edilebilir mi? Maalesef ediliyor. Allah böyle söylüyor ama buna rağmen kimi mensupları, haksız yere
insanları katlediyor.
Edinilen verilere göre bugün tüm dünyada her gün yaklaşık
bin Müslüman katlediliyor. İşin daha da acı kısmı bu katliamların
%90’ının failleri yine “Müslümanlar”. Kısacası her gün dokuz
yüz civarı Müslüman yine Müslüman olanlar tarafından
katlediliyor. Sormak gerekir: Bu nasıl Müslümanlık? Bu hangi
İslam? Hiç şüphe yok ki bu İslam, Kur’an’ın ortaya koyduğu,
peygamberimizin tebliğ ettiği ve bizzat yaşayarak örnek olduğu
din değil. Din adına uydurulan şeyleri savunanlar, tüm bu katliam
ve cinayetlerin ortağıdırlar.
Kur’an: “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve
yakınlarınız aleyhine bile olsa Allah için şahitler olarak
adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir
olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten
dönüp hevanıza (tutkularınıza) uymayın. Eğer dilinizi eğip
büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah,
yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Nisa Suresi 135) şeklinde
uyarılarda bulunur. Buna rağmen birçok Müslüman adaletten
sapar, haksızlık ve zulme bulaşır, yakınlarını kayırır.
Kur’an: “…Allah, aklını kullanmayanları pisliğe mahkûm
eder!” (Yunus Suresi 100) der. Buna rağmen çoğu inanan, akılla
dinin anlaşılmayacağını, düşünmeden, sorgulamadan, Allah’ın
vahyini okuyup öğrenmeden sadece anlatılanları kabul edip
uygulamamız gerektiğini savunur. Bugün İslam dünyasının
içinde bulunduğu içler acısı tablonun en öncelikli sebebi, Allah’ın
insanda yaratmış olduğu akıl ayetinin dikkate alınmaması ve
indirmiş olduğu vahiy ayetlerinin gereken itibarı görmemesidir.
Kur’an: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı, embriyodan/
ilişip yapışan bir sudan yarattı. Oku! Rabbin en büyük
cömertliğin sahibidir. O’dur kalemle öğreten! İnsana bilmediğini
öğretti.” (Alak Suresi 1-5). “Okuyup araştırdığınız şeylere, öğrettiğiniz şu Kitap’a dayanarak benliklerini Allah’a adamış
kullar olun.” (Ali İmran Suresi 79). “O halde, iyice araştırın,
anlayın dinleyin…” (Nisa Suresi 94). “İyice araştırıp kavrayan
bir topluluk için ayetleri biz tam bir biçimde ayrıntılı kıldık.”
(En’am Suresi 98) der. Buna rağmen rivayet kültürünü Kur’an’ın
önüne geçirenler tarafından okuyup araştırmak, meseleler üzerine
kafa yormak ve gerçeği kavramak üzerine düşünmek değil,
anlatılan şekli ile kabul ederek taklit etmek tavsiye edilir. Yine
özellikle birtakım asılsız hadis rivayetlerinden hareketle kadınlara
okuma yazma öğretilmemesi ya da bir şekilde toplumun dışında
bırakılarak evlere hapsedilmeleri söylenir.
Yine Kur’an ayetlerinde “Bakışlarınızda ölçülü olun”,
“İffetinizi koruyun”, “Çirkin işlerden uzak durun”, “Nefsinize
hâkim olun” türünden birçok uyarı yapılır ama tüm bu uyarılara
rağmen etek boyu biraz kısalınca birileri yoldan çıkıp sapkınlığa
ve tecavüze yeltenir. Bir de utanmadan bu durum bahane edilir.
Birileri de çıkıp aynı şekilde utanmadan: “Öyle giyinmeseydi hak
etmeseydi” der. “Mini etek giyme, tahrik etme” diyenler bir de
dilleri ile tecavüz ederler. Hiçbirimiz bir kadının sokakta çıplak
gezmesini istemeyiz ama kadın çıplak da gezse Müslümanım
diyen biri, insanlıktan taviz vermemesi gerektiğini bilmelidir.
Yine Kur’an ayetleri, samimiyet ve takva ile Allah’a kulluk
edin, Allah sakınanları sever der ama dine inandığını söyleyen
bazı kişiler riyakârlık ve içten pazarlıkla dünya hesabına, makam
ve kariyer sevdasına düşerler. Dosdoğru yol üzerinde olun, iyi ve
güzel olana özendirin, kötü ve çirkin olandan sakındırın, daima
şükredin, barışı esas alın, affedin, ahlaklı ve faziletli olun, güvenilir
olun, güzel söz konuşun der ama mensupları dünya menfaati için
birbiri ile çekişerek Allah’ın sınırlarının dışında gezinir.
Peki, bu kadar güzel ve yaşanabilir bir dinimiz varken nasıl
oluyor da dini doğru bir şekilde bilmiyor ve yaşamıyoruz? Çünkü
Kur’an’ı tek ölçü kabul etmiyor, ayetlerini gerektiği gibi dikkate almıyoruz. İnananlar olarak Rabbimizin sözlerine sarılmak ve
o sözler ile uyarıda bulunmak durumundayız: “Siz, haddi aşan
kimseler oldunuz diye, sizi Kur’an’la uyarmaktan vaz mı
geçelim?” (Zuhruf Suresi 5).
Senin İman Ettiğin Hangi Kur’an?
Allah’a, Kur’an’a ve peygamberimize iftiralarla dolu rivayet
kültürüne ve geleneğe sarılarak, ne varsa hiç sorgulamadan,
Kur’an’a arz etmeden, toptan kabul edenler, Kur’an’ın insan
yaratılışına ve tabiatına uygun olan halis dinini yaşanılmaz hale
getirdiklerinin farkındalar mı? Bunun hesabını nasıl vereceklerini
hiç düşünmüyorlar mı? Sorulsa hep bir ağızdan “Kur’an kutsal
kitabımız” diyecekler. Ama Ali Şeriati’nin dediği gibi sizin iman
ettiğiniz hangi Kur’an? Şöyle söylüyor Şeriati:
32 “Evet, sen Kur’an diyorsun, ama hangi Kur’an? Cehaletin elinde
teberrük edilip kutsanan bir nesne olan Kur’an mı? Cinayetin
mızraklarının ucundaki Kur’an mı? Yoksa çeyrek yüzyıldan daha
az bir sürede, çölün dağınık ve düşman kabilelerini birleştirerek,
dünyanın egemen güçlerini -Bizans, Sasani- çökerten, insanlığın
kaderini ele geçiren, devrimci yapısıyla insanlık tarihinde yepyeni
bir medeniyet ve kültür meydana getiren bir kitap olarak mı
Kur’an?
Daha çok hayata, bilgiye, izzet, kemal ve cihada yönelik!
Yaklaşık yetmiş suresinin adını insanı ilgilendiren konulardan
alan bu kitap; yaklaşık otuz suresinin adını maddi fenomenlerden
alırken, yalnızca iki suresinin adını ibadetlerden alan bir kitap!
Bu kitap, “dostunun cehaleti” ve “düşmanının hilesiyle”
yaprakları açıldığı günden beri, yaprakları masraflı olmaya
başladı. “Metni” terk edilip “cildi” revaç bulduğundan beri adı
“okumak” anlamına gelen bu kitap, okunmaz oldu. Kutsama,
teberrük ve mal kazanma işleri gördü. Toplumsal, ruhsal ve
düşünsel mesele ve dertlerin cevabı bu kitapta aranmadığından
beri, onda soğuk algınlığı, romatizma türünden bedensel
hastalıkların şifası aranır oldu. Uyanıkken terk edip, yatarken
başlarının üstüne asarak uyuduklarından beri, görüyorsun ki
ölülerin hizmetine sunulmakta, ölüp gitmişlerin ruhlarına ithaf
edilmekte ve sesi yalnızca mezarlıklardan duyulmaktadır.
Okumanın, düşünmenin, aydınlanmanın, kavramanın,
bilinçlenmenin, yol bulmanın (hidayet), ayağa kalkmanın
(kıyam), amel etmenin kitabı olan Kur’an; izleyicilerinin,
yükümlülük, seçebilirlik (furkan) ve insani sorumluluğu adına
önerdiği tek çözüm; “İstihare” olan, teberrük edilen bir kitap
biçimine dönüştürüldü. İzleyicilerinin ona karşı görevi: Kupkuru
bir yüceltme, takdis, tazim, teberrük ve öpmek… Abdestsiz el
sürmemek, bir kılıfa geçirerek aynanın kenarına veya duvarın
yüksek yerine asmak... Kundağın yanına, yeni evin kapısına, misafirin başucuna... Bazı sureleri, ayetleri de cadıca işlevler, özel
törenler, tılsım ve büyüler, cin ve romatizma kovup-gidermeler,
büyük büyülerin düğümlerini atmalar... için kullanılır oldu.”1
Hakikati söylemenin bir bedeli vardır ve Şeriati gibi niceleri
bu bedeli ödemişlerdir.
2050’den Sonra Müslüman Sayısı Hıristiyan Sayısını Geçiyor
Tüm dünyada Müslüman nüfusunun çoğalması ile övünüyoruz.
Dünya genelinde birçok konu üzerinde en ciddi araştırmaları yapan ünlü PEW araştırma şirketinin verilerine göre 2050 yılında
Müslümanların, Hıristiyanlarla aynı sayıya ulaşacağı ve sonrasında
Hıristiyanları geçeceğine dikkat çekiliyor. Özellikle Vatikan da
bunun farkında ve Hıristiyan nüfusun artması için kıyasıya bir
mücadele veriyor. Aslında sayısal çoğunluk zannedildiği kadar
önemli değil. Bir düşünsenize, samimi, kaliteli, iyi eğitimli,
her anlamda donanımlı ve Kur’an’a uygun yaşayan Müslüman
sayısını arttırmadıkça sayısal çokluk ne kadar önemli olabilir?
Bugün ahlaklı insana örnek olarak bir Müslüman değil de bir
Japon gösteriliyorsa herkesin Müslümanlığını sorgulaması
gerekir. Bugün İslam denilince akıllara barış, huzur, güven,
güzel ahlak ve adalet gelmiyorsa, sayısal çoğunluğumuz ile
övünmemiz gereksizdir.
Aliya İzzetbegoviç’in bu konudaki yaklaşımı durumu güzel
özetliyor: “Müslümanların hızla artan büyük nüfusuyla övünmemiz,
bana şişmanlığıyla övünen ve aldığı yeni kilolardan haz duyan
bir adamı hatırlatıyor. Ruhumuza, aklımıza ve başarılarımıza
vurgu yapmaya ne zaman başlayacağız? Küçük ve kırılgan bir
insanda bile insanlığa katkıda bulunabilecek büyük bir ruh
bulunabilir. Gücümüz, bilimimiz, edebiyatımız nerede? Nerede
buluşlarımız, küllî iyiliğe katkılarımız?”
Bu Nasıl Müslümanlık? Nasıl Teslimiyet?
En başta kendimize sonra da etrafımızdaki insanlara bakarsak
herkes ne kadar iyi değil mi? ‘Ben kötüyüm’ diyen biri var mı?
Sorulursa hepimizin kalbi temiz. Hâlbuki Allah’ın ayetlerine
göredir insanın iyiliği. Allah’ın sözlerine uygun olmadıkça kim,
kime ve neye göre ben iyiyim diyebilir ki?
İnsanlar: ‘Bu kadar kötü varken ben yine iyiyim’ der. Kur’an
ise uyarır: Baksana şu nefislerini temize çıkartıp duranlara!
(Nisa Suresi 49). Çoğu insan Müslümanlığı bir kimlik gibi
taşır, “Allah var” der yok gibi yaşar, Kur’an’a iman eder ama
ondan haberdar olmaz. Örneğin Müslümanlar olarak Kur’an’ı
çok severiz ama “Öyle uzaktan uzaktan, hiç dokunmadan;
nasıl da sevdik seni Kur’an” dercesine onunla aramıza mesafe
koyarız. Bir insan Allah’a inanmasına rağmen O’nun sözlerini
dikkate almadan nasıl yaşar? Nasıl hiç haberi olmaz Rabbinin ne
söylediğinden? Her şeye vakit bulan insan, okunup anlaşılmayı
en çok hak eden Kur’an’ı nasıl olur da açıp okumaz ve anlamak
için az da olsa vakit ayırmaz?
“Bu nasıl Müslümanlık? Nasıl teslimiyet?” diye sormazlar
mı insana? “Müslüman olduğunun göstergesi nedir? Seni diğer
insanlardan ayıran ne var ki hayatında” demezler mi? Neden örnek
bir inanan olamıyoruz? Çünkü ölçümüz Allah’ın sözleri değil,
etrafımızdaki insanlar. Böyle olunca bahaneden bol bir şey yok!
Allah’ın bize karşı iyi, merhametli, hoşgörülü ve cömert olmasını
bekliyorken acaba biz bu beklentilere uygun bir hayat yaşıyor
muyuz? İnsan hastalanır, saçı ağarır, beli bükülür, temizlenmese
kötü kokar ve ölümlüdür ama yine de “Hayat benim, dilediğim
gibi yaşarım” der.
Sahip olduğumuz her şeyi bize veren, sıkışınca yalvarıp
yakardığımız Allah, rahatımız yerindeyken hayatımızın neresinde? Çok sevdiğimiz birinden mektup ya da mesaj alsak ne yaparız?
Gerekli gereksiz her bir şey ilgimizi çekiyor da, Allah’ın Kur’an
ile gönderdiği mesaj neden ilgimizi çekmiyor?
Nas Sûresi’nin Genel Mesajları
(1-6. âyetler): Yüce Allah, el-mu‘avvizetân diye isimlendirilen Felak ve Nâs sûrelerinde, Kendisini bir sığınak ve sahip olarak tanıtmaktadır. İnsanlar, değişik sıkıntılarından dolayı rabb, melik ve ilâh sıfatlarının sahibi Yüce Allah’a sığınmalıdırlar. Felak sûresinde “yaratılmışların, bastıran karanlığın, düğümlere üfleyenlerin ve haset ettiğinde hasetçinin” şerrinden, Nâs sûresinde ise “sürekli olarak insanların gönüllerine vesvese veren ve sinen cin ve insan şeytanlarının” şerrinden Allah’a sığınmak, başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün insanlara emredilmektedir.
Kısa sûreleri incelemeye çalıştığımız bu eserde, Yüce Allah’ın son mektubu olan Kur’ân-ı Kerîm’i anlamaya ve gücümüz nispetinde anlatmaya çalıştık. Kul yapısı her şey eksiktir, hata içerir. Bu nedenle naçizane bizim bu çalışmamız da çeşitli yönlerden eksiklikler içerebilir. Mümin kardeşlerimizden bize yardımcı olmalarını bekliyoruz. Hiç olmazsa, dualarını bizden esirgemesinler.
Allah’ın kelamı için ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa, yine de söz biter, ama O’nun kelimeleri ve hakikatleri bitmez. Hakikat denizinden bir damla almayı niyaz ediyoruz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)