17 Aralık 2017 Pazar

İhlas Sûresi’nin Genel Mesajları



 



(1-4. âyetler): İhlâs sûresi bir arınma sûresidir. Bu sûrede, insanların şirk ve küfür batağına batması engellenmek istenmekte, inananların halis ve arı duru hale gelmelerini sağlamak amaçlanmaktadır. Ele aldığı konular bağlamında, bu sûrede Yüce Allah’ı tanıtan, ne olduğunu ve ne olmadığını ana hatlarıyla bildiren, tevhidin ana çizgisini belirleyen bir içerik vardır. Fıtratı harekete geçiren, haniflik vurgusunu içten içe hissettiren, kalbe yazılıp orada süslü gösterilen ve imanı pekiştiren mesajlar da bu sûrenin kapsamında yer almaktadır.
Yaratılış gayesini Yüce Allah’ı tanımaktan başlatan, tek olan ve tekliğini hiç kimseyle paylaşmayan, insanların müracaat edeceği tek adres olarak ilâhî kapıyı işaret eden sıfatlar yine bu sûrededir. Yüce Allah’ı bir insan veya başka varlıklar gibi algılamaya çalışanlara “O’nun dengi yoktur” fermanını, Yüce Allah işte bu sûrede insanlığa açıkça ilan etmektedir. Yüce Allah inanılan, güvenilen, yardımına sığınılan ve yardımını esirgemeyen bir varlık olarak tanıtılmakta ve böyle bir ilâha kul oldukları bilinci insanlara verilmeye çalışılmaktadır.
Ele aldığı işte bu tevhid konusu nedeniyle de İhlâs sûresi, Kur’ân’ın üçte birine denk olacak kadar anlam derinliğine sahip bir sûredir ve onu anlayarak, düşünerek ve hissederek kıraat edenler Kur’ân’ın çok önemli bir konusunu, yani tevhidi anlamış olurlar.
İmanını ihlâsla bütünleştirebilen, tevhid dairesini kaybetmeden Yüce Allah’a kulluk yapabilen ve sonuçta cennetle ödüllendirileceklerden olmak Rabbimizden niyaz ediyoru

9 Ocak 2017 Pazartesi

Allah Ne Diyor, Biz Ne Yapıyoruz?

Öyle bir din düşünün ki kutsal kitabı hep birlikte Allah’ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın; Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra çekişmeye girip fırkalar (mezhepler) halinde parçalananlar gibi olmayın diyecek ama inananlar bunca fırkaya ayrılıp ayrılığa düşecek ve kendileri gibi düşünmeyenleri din dışı ilan edecekler. Kimi mezhep ve tarikat mensupları, başka mezhep ya da tarikattan olan ve namazda imamlık yapan birinin arkasında namaz kılmıyor ve başka mezhebe bağlı Müslümanlar ile aynı safta namaza durmuyorlar. Hatta kimi zaman birbirlerini Müslüman olarak dahi görmüyorlar. Durum bu kadar vahim. Kur’an’da peygamberimize: “Dinlerini parça parça edip fırkalara, hiziplere (mezheplere) bölünenler var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Allah onlara, yapıp ettiklerini haber verecektir.” (En’am Suresi 159) denilir. Buna rağmen birileri kalkıp “mezhepsiz din olmaz” der ve hatta mezhebinin görüşlerini Allah’ın sözlerinin önüne geçirirler. Oysa Allah daha önceki peygamberleri ve inananları uyardığı gibi bizleri de uyarır: “Dini dosdoğru tutun; onda bölünüp fırkalara ayrılmayın!” (Şura Suresi 13). Allah, insanlığın vahiy ile müşerref olduğu ilk günden son nebi Hz. Peygambere gelen son vahye kadar kendisine teslim olan kullarını göndermiş olduğu kitap ve sayfalarda “Müslüman” olarak tarif etmiştir. Buna rağmen inananların çoğunluğu 1 Ali Şeriati, Dine Karşı Din, çev: Doğan Özlük, Ankara 2015, s. 122-125. bu şerefli isim ile yetinmeyip bunun önüne, arkasına ekler koymuş ya da falanca mezhebe, filanca tarikata veya cemaate bağlı “Müslümanlar” olarak kendilerini ifade etmişlerdir. Bu da yetmezmiş gibi insanları din adına Allah’ın Kitabı’na davet edenleri, geçmişten beri gelen dini geleneği inkâr etmekle ve sapkınlıkla suçlayarak çoğunluğun duygularını istismar etmiş ve Kur’an’a davet eden inananları dinden çıkmakla ve Allah’ın Resulü’nü devre dışı bırakmakla itham etmişlerdir. Oysa Allah’a gerçek anlamda teslim olmuş bir inananın kazanabileceği en şerefli sıfat Müslüman, illa bir şey ile anılacaksa birlikte anılacağı en şerefli şey de Kur’an’dır. Ayetler açık bir şekilde durumu özetliyor bize: “Allah uğrunda O’na yaraşır bir gayretle didinin. O sizi seçmiş ve dinde size hiçbir güçlük çıkarmamıştır. Babanız İbrahim’in milletini esas alın. Allah sizi, önceden de şu Kitap’ta da “Müslümanlar” diye adlandırdı ki, resul sizin üzerinize bir tanık olsun, siz de insanlar üzerine tanıklar olasınız. O halde namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı bağlanın. O’dur sizin Mevlâ’nız. Ne güzel Mevlâ’dır O, ne güzel yardımcıdır O!” (Hac Suresi 78). Bugün tüm dünyada Müslümanların içinde bulunduğu sıkıntı, sancı, bilgisizlik ve yozlaşmaya bakınca, yabancı bir insanın Müslüman olmasını gerekli kılacak ne var? Kur’an dışında hiçbir şey yok aslında. Müslümanların geneline bakarak kolay kolay Müslüman olmaz hiç kimse. Olsa da tam anlamıyla özümseyemez. İslam ile anılacak en son şey terör ve şiddet olması gerekirken bugün “İslam” denilince akla ilk gelen şey bunlar oldu. Tüm kutsal kitaplar: Öldürmeyeceksin (Tevrat/Çıkış 20:13). Öldürmeyeceksin (İncil/Luka 18:20). Allah’ın saygıya layık kıldığı cana kıymayın. (İsra Suresi 33) diyorken mensuplarının eylemleri bu dinlere fatura edilebilir mi? Maalesef ediliyor. Allah  böyle söylüyor ama buna rağmen kimi mensupları, haksız yere insanları katlediyor. Edinilen verilere göre bugün tüm dünyada her gün yaklaşık bin Müslüman katlediliyor. İşin daha da acı kısmı bu katliamların %90’ının failleri yine “Müslümanlar”. Kısacası her gün dokuz yüz civarı Müslüman yine Müslüman olanlar tarafından katlediliyor. Sormak gerekir: Bu nasıl Müslümanlık? Bu hangi İslam? Hiç şüphe yok ki bu İslam, Kur’an’ın ortaya koyduğu, peygamberimizin tebliğ ettiği ve bizzat yaşayarak örnek olduğu din değil. Din adına uydurulan şeyleri savunanlar, tüm bu katliam ve cinayetlerin ortağıdırlar. Kur’an: “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp hevanıza (tutkularınıza) uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Nisa Suresi 135) şeklinde uyarılarda bulunur. Buna rağmen birçok Müslüman adaletten sapar, haksızlık ve zulme bulaşır, yakınlarını kayırır. Kur’an: “…Allah, aklını kullanmayanları pisliğe mahkûm eder!” (Yunus Suresi 100) der. Buna rağmen çoğu inanan, akılla dinin anlaşılmayacağını, düşünmeden, sorgulamadan, Allah’ın vahyini okuyup öğrenmeden sadece anlatılanları kabul edip uygulamamız gerektiğini savunur. Bugün İslam dünyasının içinde bulunduğu içler acısı tablonun en öncelikli sebebi, Allah’ın insanda yaratmış olduğu akıl ayetinin dikkate alınmaması ve indirmiş olduğu vahiy ayetlerinin gereken itibarı görmemesidir. Kur’an: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı, embriyodan/ ilişip yapışan bir sudan yarattı. Oku! Rabbin en büyük cömertliğin sahibidir. O’dur kalemle öğreten! İnsana bilmediğini öğretti.” (Alak Suresi 1-5). “Okuyup araştırdığınız şeylere, öğrettiğiniz şu Kitap’a dayanarak benliklerini Allah’a adamış kullar olun.” (Ali İmran Suresi 79). “O halde, iyice araştırın, anlayın dinleyin…” (Nisa Suresi 94). “İyice araştırıp kavrayan bir topluluk için ayetleri biz tam bir biçimde ayrıntılı kıldık.” (En’am Suresi 98) der. Buna rağmen rivayet kültürünü Kur’an’ın önüne geçirenler tarafından okuyup araştırmak, meseleler üzerine kafa yormak ve gerçeği kavramak üzerine düşünmek değil, anlatılan şekli ile kabul ederek taklit etmek tavsiye edilir. Yine özellikle birtakım asılsız hadis rivayetlerinden hareketle kadınlara okuma yazma öğretilmemesi ya da bir şekilde toplumun dışında bırakılarak evlere hapsedilmeleri söylenir. Yine Kur’an ayetlerinde “Bakışlarınızda ölçülü olun”, “İffetinizi koruyun”, “Çirkin işlerden uzak durun”, “Nefsinize hâkim olun” türünden birçok uyarı yapılır ama tüm bu uyarılara rağmen etek boyu biraz kısalınca birileri yoldan çıkıp sapkınlığa ve tecavüze yeltenir. Bir de utanmadan bu durum bahane edilir. Birileri de çıkıp aynı şekilde utanmadan: “Öyle giyinmeseydi hak etmeseydi” der. “Mini etek giyme, tahrik etme” diyenler bir de dilleri ile tecavüz ederler. Hiçbirimiz bir kadının sokakta çıplak gezmesini istemeyiz ama kadın çıplak da gezse Müslümanım diyen biri, insanlıktan taviz vermemesi gerektiğini bilmelidir. Yine Kur’an ayetleri, samimiyet ve takva ile Allah’a kulluk edin, Allah sakınanları sever der ama dine inandığını söyleyen bazı kişiler riyakârlık ve içten pazarlıkla dünya hesabına, makam ve kariyer sevdasına düşerler. Dosdoğru yol üzerinde olun, iyi ve güzel olana özendirin, kötü ve çirkin olandan sakındırın, daima şükredin, barışı esas alın, affedin, ahlaklı ve faziletli olun, güvenilir olun, güzel söz konuşun der ama mensupları dünya menfaati için birbiri ile çekişerek Allah’ın sınırlarının dışında gezinir. Peki, bu kadar güzel ve yaşanabilir bir dinimiz varken nasıl oluyor da dini doğru bir şekilde bilmiyor ve yaşamıyoruz? Çünkü Kur’an’ı tek ölçü kabul etmiyor, ayetlerini gerektiği gibi dikkate  almıyoruz. İnananlar olarak Rabbimizin sözlerine sarılmak ve o sözler ile uyarıda bulunmak durumundayız: “Siz, haddi aşan kimseler oldunuz diye, sizi Kur’an’la uyarmaktan vaz mı geçelim?” (Zuhruf Suresi 5).

Senin İman Ettiğin Hangi Kur’an?

Allah’a, Kur’an’a ve peygamberimize iftiralarla dolu rivayet kültürüne ve geleneğe sarılarak, ne varsa hiç sorgulamadan, Kur’an’a arz etmeden, toptan kabul edenler, Kur’an’ın insan yaratılışına ve tabiatına uygun olan halis dinini yaşanılmaz hale getirdiklerinin farkındalar mı? Bunun hesabını nasıl vereceklerini hiç düşünmüyorlar mı? Sorulsa hep bir ağızdan “Kur’an kutsal kitabımız” diyecekler. Ama Ali Şeriati’nin dediği gibi sizin iman ettiğiniz hangi Kur’an? Şöyle söylüyor Şeriati: 32  “Evet, sen Kur’an diyorsun, ama hangi Kur’an? Cehaletin elinde teberrük edilip kutsanan bir nesne olan Kur’an mı? Cinayetin mızraklarının ucundaki Kur’an mı? Yoksa çeyrek yüzyıldan daha az bir sürede, çölün dağınık ve düşman kabilelerini birleştirerek, dünyanın egemen güçlerini -Bizans, Sasani- çökerten, insanlığın kaderini ele geçiren, devrimci yapısıyla insanlık tarihinde yepyeni bir medeniyet ve kültür meydana getiren bir kitap olarak mı Kur’an? Daha çok hayata, bilgiye, izzet, kemal ve cihada yönelik! Yaklaşık yetmiş suresinin adını insanı ilgilendiren konulardan alan bu kitap; yaklaşık otuz suresinin adını maddi fenomenlerden alırken, yalnızca iki suresinin adını ibadetlerden alan bir kitap! Bu kitap, “dostunun cehaleti” ve “düşmanının hilesiyle” yaprakları açıldığı günden beri, yaprakları masraflı olmaya başladı. “Metni” terk edilip “cildi” revaç bulduğundan beri adı “okumak” anlamına gelen bu kitap, okunmaz oldu. Kutsama, teberrük ve mal kazanma işleri gördü. Toplumsal, ruhsal ve düşünsel mesele ve dertlerin cevabı bu kitapta aranmadığından beri, onda soğuk algınlığı, romatizma türünden bedensel hastalıkların şifası aranır oldu. Uyanıkken terk edip, yatarken başlarının üstüne asarak uyuduklarından beri, görüyorsun ki ölülerin hizmetine sunulmakta, ölüp gitmişlerin ruhlarına ithaf edilmekte ve sesi yalnızca mezarlıklardan duyulmaktadır. Okumanın, düşünmenin, aydınlanmanın, kavramanın, bilinçlenmenin, yol bulmanın (hidayet), ayağa kalkmanın (kıyam), amel etmenin kitabı olan Kur’an; izleyicilerinin, yükümlülük, seçebilirlik (furkan) ve insani sorumluluğu adına önerdiği tek çözüm; “İstihare” olan, teberrük edilen bir kitap biçimine dönüştürüldü. İzleyicilerinin ona karşı görevi: Kupkuru bir yüceltme, takdis, tazim, teberrük ve öpmek… Abdestsiz el sürmemek, bir kılıfa geçirerek aynanın kenarına veya duvarın yüksek yerine asmak... Kundağın yanına, yeni evin kapısına, misafirin başucuna... Bazı sureleri, ayetleri de cadıca işlevler, özel törenler, tılsım ve büyüler, cin ve romatizma kovup-gidermeler, büyük büyülerin düğümlerini atmalar... için kullanılır oldu.”1 Hakikati söylemenin bir bedeli vardır ve Şeriati gibi niceleri bu bedeli ödemişlerdir.

2050’den Sonra Müslüman Sayısı Hıristiyan Sayısını Geçiyor

Tüm dünyada Müslüman nüfusunun çoğalması ile övünüyoruz. Dünya genelinde birçok konu üzerinde en ciddi araştırmaları yapan ünlü PEW araştırma şirketinin verilerine göre 2050 yılında Müslümanların, Hıristiyanlarla aynı sayıya ulaşacağı ve sonrasında Hıristiyanları geçeceğine dikkat çekiliyor. Özellikle Vatikan da bunun farkında ve Hıristiyan nüfusun artması için kıyasıya bir mücadele veriyor. Aslında sayısal çoğunluk zannedildiği kadar önemli değil. Bir düşünsenize, samimi, kaliteli, iyi eğitimli, her anlamda donanımlı ve Kur’an’a uygun yaşayan Müslüman sayısını arttırmadıkça sayısal çokluk ne kadar önemli olabilir? Bugün ahlaklı insana örnek olarak bir Müslüman değil de bir Japon gösteriliyorsa herkesin Müslümanlığını sorgulaması gerekir. Bugün İslam denilince akıllara barış, huzur, güven, güzel ahlak ve adalet gelmiyorsa, sayısal çoğunluğumuz ile övünmemiz gereksizdir. Aliya İzzetbegoviç’in bu konudaki yaklaşımı durumu güzel özetliyor: “Müslümanların hızla artan büyük nüfusuyla övünmemiz, bana şişmanlığıyla övünen ve aldığı yeni kilolardan haz duyan bir adamı hatırlatıyor. Ruhumuza, aklımıza ve başarılarımıza vurgu yapmaya ne zaman başlayacağız? Küçük ve kırılgan bir insanda bile insanlığa katkıda bulunabilecek büyük bir ruh bulunabilir. Gücümüz, bilimimiz, edebiyatımız nerede? Nerede buluşlarımız, küllî iyiliğe katkılarımız?”

Bu Nasıl Müslümanlık? Nasıl Teslimiyet?

En başta kendimize sonra da etrafımızdaki insanlara bakarsak herkes ne kadar iyi değil mi? ‘Ben kötüyüm’ diyen biri var mı? Sorulursa hepimizin kalbi temiz. Hâlbuki Allah’ın ayetlerine göredir insanın iyiliği. Allah’ın sözlerine uygun olmadıkça kim, kime ve neye göre ben iyiyim diyebilir ki? İnsanlar: ‘Bu kadar kötü varken ben yine iyiyim’ der. Kur’an ise uyarır: Baksana şu nefislerini temize çıkartıp duranlara! (Nisa Suresi 49). Çoğu insan Müslümanlığı bir kimlik gibi taşır, “Allah var” der yok gibi yaşar, Kur’an’a iman eder ama ondan haberdar olmaz. Örneğin Müslümanlar olarak Kur’an’ı çok severiz ama “Öyle uzaktan uzaktan, hiç dokunmadan; nasıl da sevdik seni Kur’an” dercesine onunla aramıza mesafe koyarız. Bir insan Allah’a inanmasına rağmen O’nun sözlerini dikkate almadan nasıl yaşar? Nasıl hiç haberi olmaz Rabbinin ne söylediğinden? Her şeye vakit bulan insan, okunup anlaşılmayı en çok hak eden Kur’an’ı nasıl olur da açıp okumaz ve anlamak için az da olsa vakit ayırmaz? “Bu nasıl Müslümanlık? Nasıl teslimiyet?” diye sormazlar mı insana? “Müslüman olduğunun göstergesi nedir? Seni diğer insanlardan ayıran ne var ki hayatında” demezler mi? Neden örnek bir inanan olamıyoruz? Çünkü ölçümüz Allah’ın sözleri değil, etrafımızdaki insanlar. Böyle olunca bahaneden bol bir şey yok! Allah’ın bize karşı iyi, merhametli, hoşgörülü ve cömert olmasını bekliyorken acaba biz bu beklentilere uygun bir hayat yaşıyor muyuz? İnsan hastalanır, saçı ağarır, beli bükülür, temizlenmese kötü kokar ve ölümlüdür ama yine de “Hayat benim, dilediğim gibi yaşarım” der. Sahip olduğumuz her şeyi bize veren, sıkışınca yalvarıp yakardığımız Allah, rahatımız yerindeyken hayatımızın neresinde?  Çok sevdiğimiz birinden mektup ya da mesaj alsak ne yaparız? Gerekli gereksiz her bir şey ilgimizi çekiyor da, Allah’ın Kur’an ile gönderdiği mesaj neden ilgimizi çekmiyor?

Nas Sûresi’nin Genel Mesajları


(1-6. âyetler): Yüce Allah, el-mu‘avvizetân diye isimlendirilen Felak ve Nâs sûrelerinde, Kendisini bir sığınak ve sahip olarak tanıtmaktadır. İnsanlar, değişik sıkıntılarından dolayı rabbmelik ve ilâh sıfatlarının sahibi Yüce Allah’a sığınmalıdırlar. Felak sûresinde “yaratılmışların, bastıran karanlığın, düğümlere üfleyenlerin ve haset ettiğinde hasetçinin” şerrinden, Nâs sûresinde ise “sürekli olarak insanların gönüllerine vesvese veren ve sinen cin ve insan şeytanlarının” şerrinden Allah’a sığınmak, başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün insanlara emredilmektedir.
Kısa sûreleri incelemeye çalıştığımız bu eserde, Yüce Allah’ın son mektubu olan Kur’ân-ı Kerîm’i anlamaya ve gücümüz nispetinde anlatmaya çalıştık. Kul yapısı her şey eksiktir, hata içerir. Bu nedenle naçizane bizim bu çalışmamız da çeşitli yönlerden eksiklikler içerebilir. Mümin kardeşlerimizden bize yardımcı olmalarını bekliyoruz. Hiç olmazsa, dualarını bizden esirgemesinler.
Allah’ın kelamı için ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa, yine de söz biter, ama O’nun kelimeleri ve hakikatleri bitmez. Hakikat denizinden bir damla almayı niyaz ediyoruz.