Öyle bir din düşünün ki kutsal kitabı hep birlikte Allah’ın ipine
yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın; Allah’ın üzerinizdeki
nimetini hatırlayın, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra
çekişmeye girip fırkalar (mezhepler) halinde parçalananlar gibi
olmayın diyecek ama inananlar bunca fırkaya ayrılıp ayrılığa
düşecek ve kendileri gibi düşünmeyenleri din dışı ilan edecekler.
Kimi mezhep ve tarikat mensupları, başka mezhep ya da tarikattan
olan ve namazda imamlık yapan birinin arkasında namaz kılmıyor
ve başka mezhebe bağlı Müslümanlar ile aynı safta namaza
durmuyorlar. Hatta kimi zaman birbirlerini Müslüman olarak
dahi görmüyorlar. Durum bu kadar vahim.
Kur’an’da peygamberimize: “Dinlerini parça parça edip
fırkalara, hiziplere (mezheplere) bölünenler var ya, senin
onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır.
Allah onlara, yapıp ettiklerini haber verecektir.” (En’am Suresi
159) denilir. Buna rağmen birileri kalkıp “mezhepsiz din olmaz”
der ve hatta mezhebinin görüşlerini Allah’ın sözlerinin önüne
geçirirler. Oysa Allah daha önceki peygamberleri ve inananları
uyardığı gibi bizleri de uyarır: “Dini dosdoğru tutun; onda
bölünüp fırkalara ayrılmayın!” (Şura Suresi 13).
Allah, insanlığın vahiy ile müşerref olduğu ilk günden son
nebi Hz. Peygambere gelen son vahye kadar kendisine teslim
olan kullarını göndermiş olduğu kitap ve sayfalarda “Müslüman”
olarak tarif etmiştir. Buna rağmen inananların çoğunluğu
1 Ali Şeriati, Dine Karşı Din, çev: Doğan Özlük, Ankara 2015, s. 122-125. bu şerefli isim ile yetinmeyip bunun önüne, arkasına ekler
koymuş ya da falanca mezhebe, filanca tarikata veya cemaate
bağlı “Müslümanlar” olarak kendilerini ifade etmişlerdir. Bu
da yetmezmiş gibi insanları din adına Allah’ın Kitabı’na davet
edenleri, geçmişten beri gelen dini geleneği inkâr etmekle ve
sapkınlıkla suçlayarak çoğunluğun duygularını istismar etmiş
ve Kur’an’a davet eden inananları dinden çıkmakla ve Allah’ın
Resulü’nü devre dışı bırakmakla itham etmişlerdir.
Oysa Allah’a gerçek anlamda teslim olmuş bir inananın
kazanabileceği en şerefli sıfat Müslüman, illa bir şey ile anılacaksa
birlikte anılacağı en şerefli şey de Kur’an’dır. Ayetler açık bir
şekilde durumu özetliyor bize: “Allah uğrunda O’na yaraşır
bir gayretle didinin. O sizi seçmiş ve dinde size hiçbir
güçlük çıkarmamıştır. Babanız İbrahim’in milletini esas
alın. Allah sizi, önceden de şu Kitap’ta da “Müslümanlar”
diye adlandırdı ki, resul sizin üzerinize bir tanık olsun,
siz de insanlar üzerine tanıklar olasınız. O halde namazı
kılın, zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı bağlanın. O’dur sizin
Mevlâ’nız. Ne güzel Mevlâ’dır O, ne güzel yardımcıdır O!”
(Hac Suresi 78).
Bugün tüm dünyada Müslümanların içinde bulunduğu
sıkıntı, sancı, bilgisizlik ve yozlaşmaya bakınca, yabancı bir
insanın Müslüman olmasını gerekli kılacak ne var? Kur’an
dışında hiçbir şey yok aslında. Müslümanların geneline bakarak
kolay kolay Müslüman olmaz hiç kimse. Olsa da tam anlamıyla
özümseyemez. İslam ile anılacak en son şey terör ve şiddet olması
gerekirken bugün “İslam” denilince akla ilk gelen şey bunlar
oldu. Tüm kutsal kitaplar: Öldürmeyeceksin (Tevrat/Çıkış 20:13).
Öldürmeyeceksin (İncil/Luka 18:20). Allah’ın saygıya layık
kıldığı cana kıymayın. (İsra Suresi 33) diyorken mensuplarının
eylemleri bu dinlere fatura edilebilir mi? Maalesef ediliyor. Allah böyle söylüyor ama buna rağmen kimi mensupları, haksız yere
insanları katlediyor.
Edinilen verilere göre bugün tüm dünyada her gün yaklaşık
bin Müslüman katlediliyor. İşin daha da acı kısmı bu katliamların
%90’ının failleri yine “Müslümanlar”. Kısacası her gün dokuz
yüz civarı Müslüman yine Müslüman olanlar tarafından
katlediliyor. Sormak gerekir: Bu nasıl Müslümanlık? Bu hangi
İslam? Hiç şüphe yok ki bu İslam, Kur’an’ın ortaya koyduğu,
peygamberimizin tebliğ ettiği ve bizzat yaşayarak örnek olduğu
din değil. Din adına uydurulan şeyleri savunanlar, tüm bu katliam
ve cinayetlerin ortağıdırlar.
Kur’an: “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve
yakınlarınız aleyhine bile olsa Allah için şahitler olarak
adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir
olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten
dönüp hevanıza (tutkularınıza) uymayın. Eğer dilinizi eğip
büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah,
yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Nisa Suresi 135) şeklinde
uyarılarda bulunur. Buna rağmen birçok Müslüman adaletten
sapar, haksızlık ve zulme bulaşır, yakınlarını kayırır.
Kur’an: “…Allah, aklını kullanmayanları pisliğe mahkûm
eder!” (Yunus Suresi 100) der. Buna rağmen çoğu inanan, akılla
dinin anlaşılmayacağını, düşünmeden, sorgulamadan, Allah’ın
vahyini okuyup öğrenmeden sadece anlatılanları kabul edip
uygulamamız gerektiğini savunur. Bugün İslam dünyasının
içinde bulunduğu içler acısı tablonun en öncelikli sebebi, Allah’ın
insanda yaratmış olduğu akıl ayetinin dikkate alınmaması ve
indirmiş olduğu vahiy ayetlerinin gereken itibarı görmemesidir.
Kur’an: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı, embriyodan/
ilişip yapışan bir sudan yarattı. Oku! Rabbin en büyük
cömertliğin sahibidir. O’dur kalemle öğreten! İnsana bilmediğini
öğretti.” (Alak Suresi 1-5). “Okuyup araştırdığınız şeylere, öğrettiğiniz şu Kitap’a dayanarak benliklerini Allah’a adamış
kullar olun.” (Ali İmran Suresi 79). “O halde, iyice araştırın,
anlayın dinleyin…” (Nisa Suresi 94). “İyice araştırıp kavrayan
bir topluluk için ayetleri biz tam bir biçimde ayrıntılı kıldık.”
(En’am Suresi 98) der. Buna rağmen rivayet kültürünü Kur’an’ın
önüne geçirenler tarafından okuyup araştırmak, meseleler üzerine
kafa yormak ve gerçeği kavramak üzerine düşünmek değil,
anlatılan şekli ile kabul ederek taklit etmek tavsiye edilir. Yine
özellikle birtakım asılsız hadis rivayetlerinden hareketle kadınlara
okuma yazma öğretilmemesi ya da bir şekilde toplumun dışında
bırakılarak evlere hapsedilmeleri söylenir.
Yine Kur’an ayetlerinde “Bakışlarınızda ölçülü olun”,
“İffetinizi koruyun”, “Çirkin işlerden uzak durun”, “Nefsinize
hâkim olun” türünden birçok uyarı yapılır ama tüm bu uyarılara
rağmen etek boyu biraz kısalınca birileri yoldan çıkıp sapkınlığa
ve tecavüze yeltenir. Bir de utanmadan bu durum bahane edilir.
Birileri de çıkıp aynı şekilde utanmadan: “Öyle giyinmeseydi hak
etmeseydi” der. “Mini etek giyme, tahrik etme” diyenler bir de
dilleri ile tecavüz ederler. Hiçbirimiz bir kadının sokakta çıplak
gezmesini istemeyiz ama kadın çıplak da gezse Müslümanım
diyen biri, insanlıktan taviz vermemesi gerektiğini bilmelidir.
Yine Kur’an ayetleri, samimiyet ve takva ile Allah’a kulluk
edin, Allah sakınanları sever der ama dine inandığını söyleyen
bazı kişiler riyakârlık ve içten pazarlıkla dünya hesabına, makam
ve kariyer sevdasına düşerler. Dosdoğru yol üzerinde olun, iyi ve
güzel olana özendirin, kötü ve çirkin olandan sakındırın, daima
şükredin, barışı esas alın, affedin, ahlaklı ve faziletli olun, güvenilir
olun, güzel söz konuşun der ama mensupları dünya menfaati için
birbiri ile çekişerek Allah’ın sınırlarının dışında gezinir.
Peki, bu kadar güzel ve yaşanabilir bir dinimiz varken nasıl
oluyor da dini doğru bir şekilde bilmiyor ve yaşamıyoruz? Çünkü
Kur’an’ı tek ölçü kabul etmiyor, ayetlerini gerektiği gibi dikkate almıyoruz. İnananlar olarak Rabbimizin sözlerine sarılmak ve
o sözler ile uyarıda bulunmak durumundayız: “Siz, haddi aşan
kimseler oldunuz diye, sizi Kur’an’la uyarmaktan vaz mı
geçelim?” (Zuhruf Suresi 5).